Norveç’te 2021 yılında yapılan bir araştırmada, erkeklerde çocuksuzluk oranının en düşük gelirlilerin yüzde beşi arasında yüzde 72, en yüksek gelirliler arasında ise sadece yüzde 11 olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu farkın son 30 yılda neredeyse yüzde 20 puan arttığı gözlenmemişti.
Ayrıca çocuğu olmayan erkeklerin yaşlanma ve üreme üzerine yapılan çalışmaların çoğunun ulusal istatistiklerde yer almadığını belirtilmişti.
Birleşik Krallık Ulusal İstatistik Ofisi verilerine göre İngiltere ve Galler’de doğumların kadın başına ortalama 1.44’e düştüğünü ve bu oranın kayıtlardaki en düşük oran olduğunu gösterdi. ABD’de ise doğum oranı rekor düzeyde düşük seyrederken, 2022 yılında Çin 60 yıl sonra ilk kez nüfusunun azaldığını bildirmişti.
‘Sosyal kısırlığın’ yükselişi
Bazıları için bu bir seçim olduğunu belirten uzmanlar, diğer bir sebebin ise İngiltere’de her yedi heteroseksüel çiftten birini etkileyen biyolojik kısırlığın bir sonucu olduğunu ifade ediyor. Diğer sebepler için ise kaynak yetersizliği, mali zorluklar ya da doğru zamanda doğru kişiyle karşılaşamamak gibi faktörlerin bir araya gelmesinden kaynaklandığı ifade ediliyor. Uzmanlar söz konusu durumu ise ‘sosyal kısırlık’ olarak adlandırıyor.
20 yılı aşkın bir süredir Avrupa ve Finlandiya’da doğurganlık niyetlerini inceleyen ve Finlandiya Nüfus Araştırma Enstitüsü’nde sosyolog ve demograf olarak çalışan Anna Rotkirch, bir diğer sebebin ise çocuklara bakış açısından derin bir değişim olduğunu dile getirdi.
Evlilik gibi, çocuk sahibi olmanın da bir zamanlar gençlerin yetişkin hayatına adım atarken yaptıkları bir köşe taşı olayı olarak görüldüğünü ifade eden Profesör Rotkirch, artık çocuk sahibi olmanın diğer hedeflere ulaşıldıktan sonra yapılan bir şey olarak görüldüğünü ifade ederek bir dönüm noktası olarak gördülüğü vurguladı.
1990’larda ve 2000’lerin başında, Finlandiya çocuk dostu politikalarla azalan doğurganlıkla mücadele ettiği için takdir edilmesine rağmen dünyadaki en yüksek çocuksuzluk oranlarından birine sahip. Ancak 2010 yılından bu yana ülkedeki doğurganlık oranları neredeyse üçte bir oranında azaldı.
Söz konusu durumu değerlendiren Rotkirch, “Tüm farklı sınıflardan insanlar, çocuk sahibi olmanın hayatlarındaki belirsizliği artırdığını düşünüyor gibi görünüyor” cümlesini kaydetti.
Finlandiya’da varlıklı kadınların istemeden çocuksuz kalma olasılığı en düşükken, düşük gelirli erkekler bu olasılığın en yüksek olduğu grup konumunda yer alıyor. Bu geçmişe göre büyük bir değişim olarak kabul ediliyor zira tarihsel olarak, daha yoksul ailelerden gelen insanlar yetişkinliğe daha erken geçiş yapma eğilimindeydi.
Bu eğilim Avrupa’nın başka yerlerinde de yaşandığını ifade eden Southampton Üniversitesi’nden demograf Bernice Kuang, “Şimdi aile kurma olasılığı en düşük olanlar aslında en dezavantajlı insanlar zira bunu karşılayamıyorlar” dedi.
Dr. Kuang, Birleşik Krallık’taki gençlerin doğurganlık niyetlerine ilişkin sonuçları kendisini şaşırttığını ifade ederek 15 yıl öncesine (yüzde 7-8) kıyasla, 18-25 yaş arası gençlerin iki katının (yüzde 15) artık asla çocuk sahibi olmayacaklarını söylediğini, çok daha fazlasının ise emin olmadığını vurguladı.