DOLAR 32,2053 -0.22%
EURO 35,1156 -0.22%
GBP 41,0337 -0.05%
ALTIN 2.498,171,32
BITCOIN 21546950,12%

Antibiyotiğin etkisini yok ediyor!

ABONE OL
29 Haziran 2017 05:41
0

BEĞENDİM

ABONE OL
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2023/03/alt.jpeg
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2024/03/300-x-250-1.jpg

Özlem ÇİMENDAL

Avukat Barış Mamalı, dünyadaki hastalıkların
çeşitlenip artmasıyla insanların daha çok hap kullanır hale geldiğini ifade
etti. Mamalı, fazla hap tüketilmesinde; gıdalardaki katkı maddeleri,
kimyasallar, çevre kirlenmesi, etrafımızı çeviren radyoaktif elektromanyetik
alanlar, hareketsiz, bol stresli yaşam tarzıyla birlikte sosyal ilişkilerin
yüzeyselleşmesi ve giderek zayıflamasının büyük rol oynadığını kaydetti. 

Ayrıca Mamalı, GDO’lu ürünlerin daha verimli,
daha faydalı olduğunun savunulduğunu ancak gerçeğin tam tersi olduğunu dile
getirerek, GDO’lu ürünlerin antibiyotiklerin etkisini azalttığını savundu.

 

“GDO’da yaşanan küresel çatışma”

 

Doğal yollarla oluşmayan ve gen dizilimi üzerinde değişiklik
yapılarak elde edilen yeni yapıdaki canlılara Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
denildiğinden söz eden Mamalı, “Tüm canlıların hücrelerinde DNA bulunur ve
üzerinde canlıların yapısının nasıl çalışacağının planını yani yazılı
talimatları taşır. Bu talimatların tıbbi adı genler, genetik kodlardır. Bir
organizmanın DNA’sındaki kayıtlı genetik bilgilerin tamamına ‘Genom’ denir. Dünyada
soğuk savaş dönemi 1989-1990’da bittikten sonra 1996 yılından itibaren
transgenik ürünlerin yaygınlaşmaya başlamasıyla dünya neredeyse hiç beklenmedik
iki kampa ayrılmıştır. Amerika’nın
başı çektiği grup, gen teknolojisini gıdada kullanarak transgenik üretimin
serbest bırakılmasını istemekte hatta GDO’lu ürünlerin gıdalar üzerinde
yazılmasını zorunlu tutmamaktadır. Bunun karşısındaki grup ise GDO’lu ürünlere
kısıtlama ve sıkı denetim getirme yanlısı olan Avrupa Birliği (AB)’dir. Japonya, İsviçre ve Güney Kore de AB
modelini esas alırken; Arjantin, Brezilya, Kanada ve Güney Afrika ise ABD modelini
esas almaktadır” şeklinde konuştu.

“Hayvan yemlerine katılan antibiyotikler hem eti hem sütü
sağlıksız yapıyor”

Hayvanlardan insanlara geçen
hastalıklar noktasında ise Mamalı, “Hayvanlarda hastalıkları önlemek için
yemlerine katılan antibiyotikler Salmonella gibi bazı bakterilerin bu
antibiyotiklere dayanıklılık geliştirmesini, tüketilen etten insanlara geçip
hastalık bulaştırmasını mümkün kılmaktadır. Antibiyotik yemle beslenen
hayvanların yalnız etleri değil sütleri de bu ilaçlardan dolayı sağlıksız bir
hale gelmektedir. Hayvanların beslenmesinde kullanılan GDO’lu yemler ayrı bir
problem konusudur. Avrupa Birliği GDO’lu ürünlere belli oranda yasak
getirmesine rağmen GDO’lu hayvan yemlerinin çoğunu ise serbest bırakmıştır. Tavuk yetiştiriciliğinde üretim maliyetinin
%70’lik kısmını yem bedeli oluşturur. Bunun büyük bir kısmı da mısır
(%50-55) ve (%35) soyadır. Mesela Türkiye’de yeterli miktarda üretilmeyen
mısırın %35’i, soyanın da % 90’ı dışarıdan ve çoğunlukla Amerika ve
Arjantin’den ithal edilmektedir. Bunlar ise çoğunlukla insan sağlığına zararlı
olacak şekilde genleriyle oynanmış ürünleri yani GDO içerir” açıklamasında
bulundu.  

 

“GDO gerçeğinin
ortaya çıkmasından çok korkuyorlar”

Biyoteknoloji
firmaları sahip oldukları büyük güçleri kullanarak resmi devlet
kurumlarından  akademilere, oradan
hükümetlere kadar baskı yaparak GDO’lu ürünler hakkındaki birçok gerçeğin
ortaya çıkmasına engel olduğunu da iddia eden Mamalı, “Kendilerini ve
ürünlerini de mümkün olduğu kadar denetimlerinden uzak tutmaya çalışmaktadırlar.
Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışında bir türden mesela domuza ait gen domatese, zehirli bir bakteri veya virüse ait
bir gen ise bitkiye aktarılarak oluşturulan ve daha önce tabiatta bulunmayan
yapıya sahip, genleri değiştirilmiş organizmaların (GDO) her geçen gün
zararlarının faydalarından kat kat daha fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Şu
anda dünyada transgenik (GDO) bitkiler mısır,
soya, patates, kozanın yanında domates pirinç, buğday, ayçiçeği, yer fıstığı,
kabak gibi ürünlerde de yaygınlaşmaya başlamıştır” dedi.

“Doğal yollarla yetişmeyen
gıdaların besleyici değeri yok”

Mamalı şöyle konuştu:  “Gübre
ve zirai ilaç kullanılmış, genleri ile oynanmış, kısırlaştırılmış hibrit
tohumlardan elde edilen ürünlerin ne vitamin oranları ne besin değerleri ne de
tatları eskiden doğal şartlarda üretilen ürünlerle karşılaştırıldığında
eşdeğerdir. Siz ne kadar sağlıklı beslenmeye çalışırsanız çalışın artık gıdalar
doğal yollarla sofranıza gelmediğinden ihtiyacınız olan besin değerlerini
içermedikleri gibi içerlerinde bir sürü insan sağlığına zararlı madde
taşımaktadırlar. 2002 yılının domatesinin
100 gramının içinde 1963 yılına nazaran %22,7 daha az protein, % 30,7 daha
az A vitamini, % 16,9 daha az C
vitamini, % 11,1 daha az fosfor, % 9 daha az potasyum ve %10 daha az demir bulunmaktadır. 1950
yılından 2002 yılına kadar olan süreçte domatesteki demir eksikliği %25 oranına
çıkmaktadır.”

“Cesur bilim
insanlarını susturuluyor”

Macaristan
doğumlu ünlü bilim insanı Arpad Pusztai’nin
genleri ile oynanmış gıdalarla fareler üzerinde yaptığı deneylerde
olumsuz sonuçlara rastladığının altını çizen Mamalı, “Pustzai,
Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar
‘ı (yani GDO’lu gıdalar) incelemek üzere görevlendirilir. Eline
geçen bulgular karşısında şoke olur. GDO’lu
patateslerle beslenen farelerin daha küçük ciğerleri,
kalpleri, testisleri ve beyinleri vardı ve ayrıca bağışıklık sistemleri zarar
görmüştü. Bununla birlikte boyun altı bezi ve dalakta hasarlar da
ortaya çıkıyor, dokular genişliyor, karaciğerde iltihaplanma olurken, mide ve
bağırsaklarda da ciddi sorunlar yaşanıyordu. Ve tabi ki tüm bunlar “kanser
riskini” artırıyordu.
Pustzai, “Sizler GDO’lu ürünlerin
güvenli olduğunu söyleyebilirsiniz fakat benim seçimim olsa GDO’lu ürünlerden yemem” demişti.
Monsanto başta olmak üzere biyoteknoloji firmaları ortaya çıkan bu GDO
gerçekleri karşısında telaşlanmış ve GDO’lu ürünlerin pazarlanması için büyük
tehlike olarak gördükleri Dr. Pusztai’yi susturmak için hemen harekete
geçmişlerdir. Bill Clinton’a kadar ulaşarak onun Tony Blair’e kadar telefon
etmesini sağlamışlardı. Tony Blair, Bill Clinton’la yaptığı konuşmadan sonra
Dr. Pusztai’nin çalıştığı enstitünün başkanı Philip James’i aramış ve sonuç
olarak Dr. Pusztai’yi buluşundan dolayı
tebrik eden Philip James, Pusztai’nin işine son vermek zorunda kalmıştı. Aynı deneyler üzerinde çalışan hanımı
Dr. Susan Bardock da aynı akibete uğradı. Uzun yıllar çalıştıkları İskoçya’daki
Rowett Research Institute’deki işlerinden kovuldular. Çok uluslu şirketler, çok
büyük kazançlar yapabilecekleri ürünlerin toplum sağlığına zararı da olsa bu
gerçeklerin kamuoyu tarafından bilinmemesi için her yolu denemektedirler. Tıpkı
cep telefonlarının kullananlar üzerindeki zararlarının tam olarak halka
açıklanmaması gibi” ifadelerini kullandı.  

“Ceplerine para girsin diye
sağlımızı katlediyorlar”

GDO endüstrisinin toplumlardan laboratuvarda (DNA ilişkileri
bozularak) oluşturulan gıdaların, milyonlarca yıldır doğada yetişen
yiyeceklerden farklı olmadığına inanmalarını istediğini vurgulayan Mamalı,
“Daha önce “hiçbir zaman birlikte var olmamış olan genleri” bir araya getirerek
yaptıkları gıda ile binlerce yılda oluşan ve güvenilirliği kanıtlanmış olan
gıdaların aynı olduğunu ileri sürerek yalan söylüyorlar. Laboratuvarda
oluşturulan “yabancı DNA’lar” vücudun yapısını bozuyor ve bunlar vücuda girdiğinde
başıboş dolaşıyor, mide bağırsak güzergahı içerisinde uzun süre yaşayabiliyor
ve iç organlara kan yoluyla taşınabiliyorlar. İşte Bu durum kronik hastalıklara
sebep olma riskini artırmaktadır. Bugün GDO’lu gıdalar için “Genetik Rulet”
denmesinin sebebi tüketicilerin nasıl bir rahatsızlığa yakalanacağını bilmeden
bu yiyecekleri tüketmesidir. Evlatlarımız, yetişkinlerle kıyaslandığında
tehlikelere daha çok açıktır özellikle de içerisinde ciddi miktarlarda ‘rbGH
işlenmiş süt’ içenler için durum daha da ciddidir. Bir diğer endişe kaynağı
ise, GDO’lu gıdaları yiyen hamile kadınların bu şekilde normal cenin gelişimine
zarar vermeleri ve sonraki kuşaklara geçen gen ifadelerini değiştirmeleridir.

Rus araştırmacı Irina Ermakova 2005 yılında GDO’lu soya ile
fareler üzerinde bir deney yapar. Dişi fareleri çiftleşmeden iki hafta önce ve
hamilelikleri sırasında gruplara ayırarak; bir grubunu Monsanto’nun ürettiği
GDO’lu soya, diğer grubunu GDO’suz soya ve son gurubu da soya ihtiva etmeyen
gıda ile besler. Bu deney sonucunda 3 hafta sonra GDO’lu soya ile beslenenlerin
yavrularının %56’sı ölürken, GDO’suz soya ile beslenenlerin yalnız %9’u ve soya
olmayan gıdayla beslenenlerin de %7’si ölür. Görüldüğü gibi GDO’lu gıdaların
tehlikelerinin en basit bir deneyle apaçık ortaya çıkmasının yanında doğacak
olan çocukların bile hayatını tehlikeye atmaktadır” diye konuştu. 

“Antibiyotiklerin etkisi GDO’lar
nedeniyle azalıyor”

Mamalı şu ifadeleri kullandı: “Filipinler merkezli Rockefeller
kuruluşu olan uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI), Asya’daki bütün
önemli pirinç türlerini depoluyordu. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve
diğer dev şirketlerin laboratuarlarında genetik olarak değiştirildi ve
patentlendi. Altın Pirinç adını koydukları bu pirinci bir Japon çeşidinin içine
İngilizce’de genel olarak “daffodil” denilen bir nergis türünden iki gen ve bir
bakteriden (yani bir miktop) bir gen koyarak elde etmişlerdi. Şubat 2009’da 22
uluslararası bilim adamı ve uzman, Tufts Üniversitesi’nden (Tufts University
School of Medicine) GDO’lu altın pirinç çalışmaları ve deneyleri yapmadan
sorumlu Prof. Robert Russell’e açık bir mektup yazarak bu pirincin çocuklar ve
yetişkinler üzerinde denenmesi ve tüketilmesinin kesinlikle durdurulmasını
istediler. GDO’lu altın pirincin ve diğer GDO’lu ürünler gibi sağlığa zararlı
olduğuna, bilimsel çalışmaların GDO’lu gıdalarla beslenen hayvanlarda devamlı
sağlık sorunları yaşandığını gösterdiğine dikkat çektiler. Çoğunluğu soya,
mısır, kanola, pamuğun (yağlı gıda) oluşturduğu GDO’lu gıdalara biyoteknolojik
yöntemlerle aktarılan genler bitki, virüs, bakteri kaynaklı olup gen aktarımı
yapılan hücre ve dokuların seçilmesi için (işaretleyici olarak) çoğunlukla
bakteriyel orjinli antibiyotik dayanıklılık genleri kullanılmaktadır. Bu
nedenle GDO’lu ürünleri tüketenlerde antibiyotiklere karşı direnç oluşacağından
insanların enfeksiyonel hastalıklara yakalandıklarında tedavi olma şansları
azalacaktır.”

“Çok geç kalıyoruz”

GDO’lu tarımın zirai ilaç kullanımını aza indirerek çevreyi
koruduğu iddialarının gerçekle bağdaşmadığına da dikkat çeken Mamalı, “GDO’lu
tohumlar kendileri zehirli olduklarından zararlı otları öldüren ilaçlara
dayanıklı yeni türlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu zehire dayanıklı otları
öldürmek için daha güçlü zirai ilaçlar kullanılarak çevre daha da çok
kirletildi, insan sağlığı daha çok tehlikeye atıldı. GDO’lu ürünlerin en büyük
tehlikelerinden biri de insanların üretim sistemini etkileyip kısırlığa sebep olmalarıdır.
Bu insan neslinin geleceği için en büyük tehlikedir. GDO’lu ürünlerin çevre ve
insan sağlığı üzerindeki tehlikeleri daha çok detaylanarak çoğaltılabilinir.
İleriki yıllarda bunlar daha net görülecek fakat şimdiden tedbir alınmazsa çok
geç kalınacaktır. Gen teknolojisi dünyada birkaç şirket ve ülkenin elindedir.
GDO’lu gıdaların yayılmasıyla dünyadaki ülkelerin ve insanların çoğunluğunun
gıda konusunda bağımsızlığı tamamen ortadan kalkacak, toplumların geleceği
birkaç biyoteknoloji şirketinin insafına terk edilecektir” ifadelerini
kullandı.

“Artık yüzde yüz doğal ürün
üretilemiyor”

Başta suni yem, zirai ilaç üreticileri, tarım ve gıda alanının
büyük bir kesiminde tekel olmaya başlayan biyoteknoloji firmaları ile
bağlantılı kişiler olmak üzere tarım ve gıda konusundan anlayan birçok kişi
artık dünyada tam olarak güvenli gıdayı üretebilecek yüzde yüz organik tarımın
bir hayal olduğuna işaret eden Mamalı, “Organik tarım karşıtı (yani GDO
taraftarları) bu görüşlerin belli oranda haklılık payı vardır. Fakat iş işten
tamamen geçmiş değildir. Mutlaka insanlar bilinçlendirilmeli, çok az umut da
kalsa bir yerlerden başlanmalı, bu konudaki çalışmalara yardımcı olunmalıdır.
Bu, bir ırk veya milleti değil bütün insanlığı ilgilendiren hayati bir
durumdur. Organik tarım karşıtı görüşte olanların dile getirmediklerini bir
gerçek vardır o da artık kimyasal girdiler, hibrit ve genleriyle oynanmış
tohumlar kullanılarak yapılan tarımın insanlığı ve doğayı bir daha tedavisi
mümkün olmayacak şekilde her yönüyle yok etme safhasına getirmiş olmasıdır.
Organik tarım, güvenilir sağlıklı gıdaya giden ilk basamaktır.  Londra Üniversitesi’nden Prof. Michael
Wadsworth’un yönetiminde bilim adamlarının yaptığı bir araştırma (1999), II. Dünya
Savaşı ertesi İngiltere’de gıdanın kısıtlı bulunduğu, karneye bağlandığı,
sağlık olanaklarının bugünkü gibi olmadığı 1950 yılında gençlerin katkı
maddesiz, doğal gıdalar ile beslendiği için bugünün gençlerine göre daha
sağlıklı olduklarını ortaya koymuştur. 1960 ve öncesi doğan nesiller çok iyi
bilirler ki gençliklerinde doğal olarak yetişen meyve ve sebzelerin kokularını,
tatlarını artık şimdi bulamamaktadırlar. Çeşitli bilimsel deneyler ve verilerin
göstermiştir ki organik olarak yetiştirilen gıdaların daha güvenli olduğu gibi
vitaminler, mineraller bakımından besin değeri doğal yoldan yetiştirilmeyen
ürünlere nazaran daha çoktur. Bu konuda bugüne kadar en kapsamlı ve ciddi
araştırma Avrupa Birliğinin desteklediği 2004 yılından itibaren İngiltere New
Castle Üniversitesi’nden Prof. Carlo Leifert yönetiminde yapılmıştır. Dört yıla
yakın süren ve çok pahalıya mal olan araştırmanın sonuçlarına göre (2007);
organik meyve ve sebzeler kanser ve kalp krizi riskini azaltan antioksidanları
%40 oranında daha fazla içermektedir. Bu oran organik sütte %60’a çıkıyor”
dedi. 

“Tahlil laboratuvarı olmayan
ülkelerin durumu vahim”

Mamalı, “Denetim mekanizmalarının ve tahlil laboratuarlarının daha
az olduğu ülkelerde halkın durumu daha vahimdir. Bu şartlar altında gıda
güvenliğinin temel taşlarından biri olan organik tarıma hala şu veya bu
nedenlerde karşı gelmek veya bu girişimleri baltalamak bir insanlık suçu
işlemektir” şeklinde konuştu. 

Dünyadaki
gıda ve içecekleri kontrol eden 10 dev şirket

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

kıbrıs reklam