DOLAR 32,4796 0.31%
EURO 35,0406 -0.18%
GBP 41,6490 0.84%
ALTIN 2.324,800,23
BITCOIN 22960652,35%

Adalı sanatçılarımız Hüseyin Köroğlu

ABONE OL
23 Nisan 2018 12:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2023/03/alt.jpeg
https://yenibakisgazetesi.com/wp-content/uploads/2024/03/300-x-250-1.jpg

Onunla tanışıklığım 1986’lı yıllara kadar gider. Hep birbirimize gardaş diye hitap ettik. Turnelerde aynı odayı paylaştık, benim evimde kaldığı günler de oldu ve bu beraberliklerimizde konumuz hep Tiyatro ve şiirdi.

O şimdi ülke sınırlarımız dışında sanatını icra ediyor, ama ilişkimiz hiç kopmadı.

Onu anlatmak için fazla yazıya gerek yok, sorular ve cevaplar aşağıda, okuyunca onu daha iyi tanıyacak, onu daha yakından daha fazla bileceksiniz.

E.H- ) Soruya klasik bir soru ile başlamak alışılmış bir şeydir. Hüseyin Köroğlu kimdir, seni okuyucularımız nasıl tanıyabilirler veya seni okuyucularımıza nasıl tanıtabilirim?

H.K-) Bilmeyenler için anlatayım gardaş. Hüseyin Köroğlu 1964 yılında Gönendere’de, eski adı ile Gonedra’da çiftçi bir ailenin oğlu olarak doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Gönendere’de okudu, 1982 yılında Lefkoşa Türk Lisesi’ni bitirip hayallerinin peşini hiç bırakmayarak mucizevi bir şekilde H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı “Tiyatro” bölümünü kazandı. 1986 yılında konservatuvarda aldığı dört yıllık bir eğitimden sonra mezun oldu. Askerliğini yaparken Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu’nda Sayın Çetin Özen’in yönettiği “Tuzak” adlı oyunla ilk kez profesyonelce sanat hayatına başlamış oldu. Askerlik görevini bitirdikten sonra 1989 yılında İ.B.B. Şehir Tiyatrosu’na girdi. 40’tan fazla oyunda başrol oynadı, 20’den fazla oyunun yönetmenliğini üstlendi. Oynadığı oyunlardan bazıları Othello, 4. Murat, Kafkas Tebeşir Dairesi, Askerliğim, Savaş ve Barış, Cem Sultan, Şahane Züğürtler, Coriolanus, Önce İnsan (2. Abdülhamid), Kral Lear, Kısasa Kısas sayılabilir. Yönettiği oyunlar arasında Hadi Tut Şu Elimi, Düş Oyuncakları, Saygılı Yosma, Divane Ağaç Yunus Emre, Adalet, Arka Bahçe, İstanbul sayılabilir. Ayrıca Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, İBB Şehir Tiyatrosu ortak projesi “Canavar Sofrası” adlı oyunu da yönetti.

2012 yılında da hem Lefkoşa’da hem de İstanbul’da “Daha özgür ve daha özgün” oyunları sahneye taşımak için kurucuları arasında olduğu Tiyatro AŞHK’ı kurdu. Tiyatro AŞHK’ın çatısı altında Işığa Yürüten Adam, Tatminkar Ödül, Kanatsız Güvercinler ve Esaretten Özgürlüğe oyunlarında hem oynadı hem de yönetti. Bu arada topluluğun K.K.T.C. Cumhurbaşkanlığı Himayelerinde sahneye taşıdığı Kanatsız Güvercinler ile Esaretten Özgürlüğe oyunları halen “Her şeye rağmen” perde açmaya devam etmekte…

Bitti sanıyorsan yanılıyorsun… Hüseyin Köroğlu birçok televizyon dizisinde de rol aldı. İlişkiler, Mahallenin Muhtarları, Ana, Baba Evi, Şaban Askerde, Tatlı Betüş, İlk Aşkım, Zalim, Canım Kocacığım, Palavra Aşklar, Tatil Aşkları, Kollama ve Ötesiz İnsanlar oynadığı bazı dizilerdendir.

Geçmişin İzleri, Koltuk Belası, Bir Nefes Sevgi, Şaşkın Gelin, Hititler, Yaşamın Kıyısında, Ağustos Böceklerini Unutma, Çılgın Aşıklar, Gizli Merkez oynadığı bazı Tv. filmleri ve sinema filmleridir.

1991 yılında kendisi gibi tiyatro oyuncusu Şenay Saçbüker Köroğlu ile evlendi Hüseyin Köroğlu. 1999 yılında da hayatın onlara armağanı olan kızları Alara dünyaya geldi. Alara şu sıralar İngiltere’de tiyatro eğitimini devam ettirmekte. Anlayacağınız “Armut dibine düştü.”…

İşte böyle gardaş. Bir ömürü kısaca anlatmaya çalıştım.

E.H-) Tiyatro ana sanat dalın bildiğim, bunun yanında başka sanatsal faaliyetlerin de var, mesela tv. dizileri, tiyatro yönetmenliği gibi. Başka bilmediklerim de varsa sen burada isimlendir. Hüseyin dostum bir karaktere girmek, bir oyunu yönetmek için bir ilhama ihtiyaç duyar mısın, yoksa senin için bunlar su içmek kadar kolay mı?

H.K-) Kolay olur mu! Her oynayacağım rolden, her sahneye taşıyacağım oyundan ciddi şekilde tedirgin olurum, kendimi tanımadığım karakterler karşısında hayatı yeni tanımaya çalışan bir çocuk gibi hissederim. Role ve oyuna hazırlanmaya başladığım anda da benim için adeta hayat durur. Oyunu ya da rolü hayatla buluşturana kadar kendi içime döner onları ararım, araştırırım, zaman zaman dışarıdan bakarım. Çok ama çok çalışırım. Ben bir annenin dokuz aylık hamilelik dönemine benzetirim oyun yolculuklarını. Hamileliğin ilk günleri daha rahattır, ama zaman ilerledikçe, doğum yaklaştıkça heyecan da, sıkıntılar da artar. İşte bir oyunun seyirci ile buluşması benim için budur. Oyun başlayınca henüz çocuk yeni doğmuştur, emekleme çağındadır. Oyun oynandıkça büyümeye başlar. Bir insanın yaşamı ile eşittir bence oyunlar. Keşke su içmek kadar kolay olsa. Bu arada başka sanatsal faaliyetlerim de oluyor. Özel gecelerde şiirler okuyorum, sunuculuk yapıyorum. Ayrıca pek dillendirmesem de resim de yapıyorum, şiir de yazıyorum. Lefkoşa Türk Lisesi’nde resim derslerimize Aylin Örek hocam girerdi. Muhteşemdi. O duygu ile resim yapmaya devam ediyorum. Buradan hocamın ellerinden öperim. İyi ki varlar…

E.H-) Bazı sanatçılar üretirlerken müzik mutlaka olmazsa olmazlarıdır var mı senin de böyle sevdiğin ve üretirken dinlediğin müzik?

H.K-) Olmaz mı. Caz severim, Sting, Maria Callas, Frank Sinatra, Pink Martini, U2, Zaz, Karima Nayt ve tabii ki olmazsa olmazım Elvis Presley dinlerim. Çok güzel, özel plaklarım var, arada onlarla da keyif yaparım.

E.H-) Yıllardır Türkiye’desin, Türkiye’den Kıbrıs’taki tiyatro ve diğer sanatsal olaylar nasıl görünüyorlar?

H.K-) Bu sorun için kitap yazmam lazım. Şaka bir yana yine kısaca yanıt vereyim. Doğrudur Türkiye’deyim, ama sen de çok iyi biliyorsun ki aynı zamanda Kıbrıs’tayım. Tiyatro AŞHK aynı zamanda bir Kıbrıs tiyatrosu. Tiyatro AŞHK’ın kuruluşu hem Lefkoşa’da hem de İstanbul’da gerçekleştirildi. Havadis Gazetesi’ndeki köşemde hep anlatmaya çalışıyorum. Sabırla da anlatmaya, ayna tutmaya devam edeceğim. Öncelikle yasasız tiyatro, yasasız sanat olmaz. Memlekette önce her sanat alanına uygun, meslektaşların ve ilgili Sivil Toplum Örgütleri’nin de desteği ile hayata geçirilmesi gereken “özerk” bir yasaya ihtiyaç var. Sonra da artık tıpkı Rauf Raif Denktaş Kültür ve Kongre Sarayı gibi Kültür Merkezlerine. Başkent Lefkoşa’da, Lefkoşa Belediyesi tarafından yaptırılmaya başlanan ve inşaatı yarım kalmış bir bina ile 19 yıldır yanmış bir şekilde duran, benim de sahneye çıktığım, senin de bağlı olduğun Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu binası var. Her ikisi de toplum için büyük bir utanç.

Anlayacağın temeli olmayan bir binanın üstüne nasıl apartman dikeceksin ki? Bu kadar oluyor işte. Oldu mu, oldu. Hadi hayırlısı…. Yazık, çok yazık…

E.H-) Teşhisi çok güzel koydun. Peki bu bağlamda neler yapmak gerekir?

H.K-) Adamız tam bir sanat adası olabilir. Örneğin Othello Kalesi, hep söylüyorum doğru kullanılırsa ve tanıtımı yapılırsa bir K.K.T.C. daha kurar. Ama bizim daha bir Othello, Desdemona heykelciklerimiz bile yok. Neden? Başta söyledim yasamız yok, yasamız olmadığı için alanında uzman sanatçılar yönetici olamıyor, ayrıca sanatı geliştirecek yeterli alanlar ve vizyon yok. İnan bana ciddi bir yatırımla dünyanın akacağı bir sanat alanına çevirebiliriz adamızı. Bu üniversitelerimize de çok yarar, esnafımıza da. Vizyon sahibi olup, günü kurtarmak yerine geleceğe sabırla sanatsal yatırım yapmalıyız. Dünya insanını sanatın etkili gücü ile ülkemize davet etmeliyiz. O yüzden Othello Kalesi diyorum. Ama bu yatırımları ahbap-çavuş ilişkisi ile değil, sevsek de sevmesek de işin uzmanlarına, inandığımız, ülke kültürünü ve insanının hassasiyetini bilen içimizden çıkan kendi insanlarımıza yaptırmalıyız.

E.H-) Sen adamızın dışardaki sesi ve görüntüsüsün, yerellikten uluslararası arenaya gitmek sende ne gibi bir düşünce oluşturdu. Bunu nasıl başardın? Her başarının bir de diyeti vardır, bu başarı için ne gibi diyetler ödedin Hüseyin gardaş?

H.K-) Gardaş, kolay olmadı. 1989 yılından beridir Türkiye’de, üstelik İstanbul’da mesleğime başladığım ilk günden beri “Kıbrıslı Sanatçı Hüseyin Köroğlu” kimliğimi hep ön planda tuttum. Bu sorumluluğu hep hissettim. Bu bir başarı ise, özümden, içimdeki çocuktan, düşlerimden ve köklerime hep bağlı kalarak başardım diyebilirim. Tabii ki bunların temelinde de sabırla çok ama çok, amatör ruhla çalışmak, çalışmak ve çalışmak var. Gardaş bizim arkamızda Allah’tan başka hiç kimse yok. Bu cümlemi yaz bir kenara. Allah’tan başka hiç kimse yok. Ne yaptımsa derler ya tırnaklarımla kazıya kazıya, çalışarak yaptım. Belirli noktalarda engellenmesem, daha da çok yapardım.

Birçok kez, televizyonda büyük reytingli dizilerde oynarken, eskiden revaçta olan Paparazzi programlarına çıkmam, abuk-subuk şeyler yaparak daha fazla meşhur olmam istendi. Ben hep reddettim. Tiyatro yapmak için insanların hayallerinde bile göremeyecekleri Tv.’deki birçok rolleri, teklifleri de kabul etmedim. Zerre kadar pişman değilim. Bu nasıl bir keyif anlatamam. Tiyatro yapmak için Tv.’den gelen teklifleri reddediyorsun. Üstelik, o rolleri oynamak için kuyrukta bekleyenler var. Neden? Ben tiyatro oyuncusuyum. Mesleğime para kazanmak uğruna ihanet edemem. Hamdolsun her şeyim de var. Sana bir şey itiraf edeyim, hep tiyatrodan boş zaman buldukça dizilerde oynadım. Asla tiyatro provalarından izin alıp dizi çekimlerine gitmedim. Çekimler hep oyunlarıma, provalarıma göre ayarlandı. Ya şimdi? Bu konu uzar gider. Şunu söyleyeyim, Gönendere’de küçük bir çocukken kurduğum hayallerin çok çok ötesindeyim. Bu kadarını hayal etmemiştim…

Müjdeli bir de haber vereyim. Kitap yazmaya başladım. Farklı bir bakış açısı ile deneyimlerimi özellikle bu yolda yürümek isteyen gençlerimize aktarmak istiyorum. Ben tırnak içinde o bilinen “ünlü” lerden hiç olmadım, olamadım. Hep insandan yana durdum. O yüzden de eğitimini aldığım “Tiyatro” hep ön planda oldu. Dikkatli seyirciler bilecektir, 2 yıldır Tv. dizilerinde de oynamıyorum. Oynamıyorum, çünkü bana gelen tekliflerde oynayacağım değerde bir rol göremedim. Görsem oynarım.

 Ama ne yazıktır ki, çoğu kişi oyunculuğu sadece televizyonda oynamak olarak sanıyor. Televizyonda oynuyorsan oyuncusun, yoksa değilsin. Ne acı değil mi? Oysa tv. aracılığı ile ünlü olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız. Günümüzde ünlü çok, sanatçı az. Bu noktada şunu söylemeliyim, acı gerçek tv.’de göründüğünüz sürece etrafınızın daha kalabalık olduğudur. Kalabalık, ama kuru kalabalık. Çoğu sahte. Yakında bir Tv. dizisinde oynayabilirim, o zaman ne olacak? Etrafım yine, yeniden daha da sahte kalabalıklarla dolacak. Bense aynı ben. Ben artık yanımda olan gerçek dostlarımı biliyorum, hayat öğretti. Kimseden de hiç bir beklentim yok.

Bu mesleğin diyeti aslında, ne yazık ki yalnızlık.  Sanatçıların çoğunda “ego” üst seviyede. Çoğu yüzüne güler, arkandan kuyunu kazar, dedikodunu yapar. Bunun neden olduğunu hala anlamış değilim. Sanat camiası çok küçük. Birbirlerine destek olacaklarına neden köstek olurlar ki? Kimse kimsenin yerine sahneye çıkıp oynayamaz. Tv.’yi kimse kusura bakmasın sanattan saymıyorum zaten. Sakız gibi görüyorum. Ağzınıza ilk attığınızda güzel bir his veriyor, ama bir süre sonra çöpe atarsınız. Televizyon bu işte. Böylesine sahte, yalan bir dünya. Bu yalan içinde sahtekarlıklarla uğraşacak zamanım inan bana hiç ama hiç yok. İnsanlar istediklerini düşünebilir. Ben akşamları mışıl mışıl uyuyorum, önemli olan bu. Anlayacağın sabırla mumlar yakmaya devam gardaş. İnsanları uyandırmak için daha çok mumlar yakmamız lazım. Bir bilgi kitabı gibi olan bu dünyayı doğru okumak lazım…

E.H-) Uluslararası festivallerden ve ödüllerden de bahsedelim biraz. Kaç uluslararası festival ve ödül aldın, ayrıca bir kıyaslama istesem oradaki ilgi nasıldır tiyatro sanatına?

H.K-) Birçok Uluslararası festivale katıldım. Başta “Sadri Alışık Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” olmak üzere birçok ödül aldım, aday gösterildim. Ama hep, en büyük ödülün, oyundan sonra seyircimize selam verirken aldığımız o muhteşem alkış olduğuna inandım. Bu ödülleri inan bana halkın çoğu bilmez. Beni hala 1996 yılında İ.B.B. Şehir Tiyatrosu’nda oynadığım, ustam Burçin Oraloğlu’nun sahneye koyduğu, Tolstoy’un yazdığı, Piscator’un oyunlaştırdığı “Savaş ve Barış” oyununda oynadığım “Piyer Bezuhov” rolünden hatırlayıp kutlayan seyircilerimiz var. “Beni bu oyunla tiyatro aşığı yaptınız.” diyen seyircilerimiz var. Evimde, bana özel olarak gönderilen ve nefes aldığım sürece Oscar ödülü gibi saklayacağım mektuplar, mesajlar var. Esas ödül bunlar. Geçenlerde Ulusal Kanal’da Şenay’la Püf Noktası programında Hayati Asılyazıcı hocam ve Sayın Gülgün Feyman’ın konuğu idik. Hayati Asılyazıcı hocam araştırmış, ben de hiç dikkat etmemişim. Şu anda dünyayı bilemem, ama yaşadığımız topraklarda en çok Shakespere oyununda oynayan oyuncu benmişim. Bu ne büyük bir onur benim için. Kral Lear, Bir Ata Krallığım (Başar Sabuncu ustanın Shakespeare Kolajı), Othello, 3. Richard, Troilos ile Kressida, Coriolanus, Kısasa Kısas. Tam yedi kıymetli oyun. Bir de benim Shakespeare ustanın oyunlarından oyunlaştırıp, İstanbul Tiyatro Festivali için yönettiğim “Düş Oyuncakları” oyunu var. Etti sekiz. Belki de dokuzuncusu yolda diyelim.

En son Mekedonya’daki “Uluslararası Tiyatro Festivali” ne katıldım. Orada yaşadıklarımı pozitif anlamda yazacağım kitapta ibret olsun diye yazacağım. Gördüğüm, insanlar sanatı su içmek gibi, ihtiyaç olarak hissediyorlar. Yaşam biçimi haline getirmişler. Ruhlarını sanatla besliyorlar.

Cebinizi parayla doldurabilirsiniz, peki ya ruhunuzu? Önderimiz, Ata’mız Mustafa Kemal Atatürk “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” cümlesini boşuna söylememiştir. Bak dünya coğrafyasına. Sanatsız kalan milletlerde kaos, savaş, hırsızlık, tecavüz, cinayetler, karanlık işler almış başını gitmekte. Örnek, Ortadoğu… Ama sanatın bir yaşam biçimi haline geldiği Avrupa’da daha çok demokrasi, daha çok insan hakları, daha çok özgürlük ve daha çok canlıya değer ve kıymet var…

E.H-) Hemen hemen her sanatçı arkadaşıma sorduğum genel sorularım da var. Bunlar da şunlardır; özelden genele ve genelden de özele bakarak ülke sanatımızın ve sanatçımızın durumunu nasıl yorumlarsın?

H.K-) Başta da belirttim aslında, ülke koşulları ve sanata, sanatçıya verilen değerdir yolculukları belirleyen. Biz henüz sanatın kıymetini keşfedemedik. Ekmek, su gibi ihtiyaç olarak hissetmiyoruz. Henüz eğlence olarak görüyoruz. Daha da acısı, henüz mangalı sanata tercih ediyoruz. Üstelik bu tercihi yapanlar, sanatın ve sanatçının yanında durduklarını iddia edenler. Bu daha da üzücü ve  düşündürücü. Bu bakış açısı ile sadece tribünlere oynarız, zaten öyle de oluyor. Çok çarpıcı bir örnek vereyim, Roma İmparatorluğu, halk evinden çıkıp o dönemdeki Arenalara gitmemeye başlayınca çöktü. Hayat damarın koparsa ne olursun? Memlekette bir gurup “Don Kişot” didinip duruyor. Ülke gece kulüpleriyle, kumarhanelerle, bet ofislerle kuşatılmış durumda. Uyuşturucu  ayrı bir dram. Bu gerçekler içinde “Don Kişot” lar yel değirmenlerine karşı savaşıyor. Ben de elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. İki senede koca bir otel, içinde kumarhanesi ile yapılıyor. Uçaklar bu otellere insanları gece-gündüz taşıyor. Çoğunun K.K.T.C.’ ye hiç bir faydası da yok. Ama iş sanata gelince, para yok değil mi? Üç kuruşluk sanatsal işlere bile bin tane belge istiyorlar. 19 yıldır Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu binası toplumun utancı olarak yanık duruyor, Lefkoşa Belediyesi’nin kaba inşaat binası da duruyor. Neden? Sanat gumbaro, sanat uyandırıyor insanları. Sistem uyuyan insan istiyor.

Sanat camiasının da birlikteliğe ihtiyacı var. “Ego” ekseni ile hareket ederek bir yere varamayız. Özlenen sanatçıların gerçekten ışığı alnında hissedenler sorumluluğu ile hareket ederek “BİR” olmayı başarmalarıdır. Hepimiz de aynı gemideyiz. Sanatçılar ışık işçileridir benim gözümde. Bu sorumluluğu hissederek hareket edilmelidir.

E.H-) Sanatta bir devlet politikası gerekli mi sence? Çünkü bazı arkadaşlar böyle bir düşüncenin iyi olacağını savunuyorlar, sen ne dersin?

H.K-) Her düşünceye saygım sonsuz. Ama bence sanat “özgür” ve “özerk” olmalı. Muhalif olmalı. Yeri geldiğinde aynasını devlete de tutmalı, eleştirmeli. Devletin bir politikası olacaksa, sanata ve sanatçıya kıymet vererek onlara sanatlarını yapabilecekleri olanakları sağlamak olmalı.

E.H-) Sanatımızın evrensele ulaşması için sanatçı gözü ile bakarsak ne veya neler yapmamız gerekir?

H.K-) Az önce temelde cevabını verdim aslında, “Özgür” ve “özerk” olmalı sanat. Ülkenin var olan tarihi kültürleri üstünde muhteşem festivaller sanatçıların önderliğinde başlatılmalı. Dünya insanı ile, sanatın evrensel ve birleştirici şemsiyesi altında buluşulmalı. Sanatla ülkemize dünya vatandaşlarını davet edip kendimizi çok daha iyi anlatabiliriz. Güneydeki meslektaşlarımızla daha çok ortak projeler üretmeliyiz. Özlenen “BARIŞ” ın her iki toplumun da kabul edeceği bir noktada hayat bulması için sanat aracılığı ile aynalar tutulmalıyız. Siyasetteki ayrılıklara inat, sanatla birleşmeliyiz. Ama dediğim gibi, sanatın bir ihtiyaç olduğunu önce kendimiz keşfetmeli ve bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz.

E.H-) Son olarak neler söylemek istersin sevgili dostum, son sözü daima konuklarıma bırakırım, unutulmuş, söylenmek isteyip de söylenmeyen ne varsa söylemesi için?

H.K-) Öncelikle seninle böylesine kıymetli bir röportajı yaptığım için içtenlikle çok teşekkür ederim. Biliyorum, insanımız benimle hep “gurur” duyuyor. Ben de hep bu gurura layık olmaya özen gösteriyorum. Yaşadığım bazı sanatsal yolculuklarda, kendime çok yakın gördüğümü sandığım, benimle hep “gurur” duyan birçok insanın aslında sadece lafta “gurur” duyduklarını yaşayarak görmek beni üzdü. Ama şaşırdım mı? Tabii ki hayır. Çıkarları varsa yanındalar, çıkarları bittiği anda görebilene aşk olsun. Bunlar acı gerçekler.

Hayatın her alanında öğrenmeye, öğrendikçe daha da insan olmaya hep gayret edeceğim. Biz bu dünyaya paspas olmaya gelenlerdeniz. Sabırla mumlar yakmaya devam edeceğim. Umut hep var. Sözlerimi Kanatsız Güvercinler adlı oyunumuzdan bir cümle ile bitirmek istiyorum “Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın, yaşadığınız topraklarda birbirinize saygı duyarak, birbirinizi kabullenerek “BARIŞ” içinde yaşamayı başarabilirseniz; kimse dışarıdan gelip size yönetmeye kalkmaz, kalkamaz.”… Yaptıklarımız yapacaklarımızın kanıtıdır. Yaşasın sanat, yaşasın tiyatro, yaşasın barış.

Teşekkürler Hüseyin kardeşim veya seninle buluştuğumuzda, konuştuğumuzda söylediğin gibi GARDAŞ’ cığım, sanat yaşamında başarılar dilerim.

 Evet Hüseyin Köroğlunu onuna sorduğum sorular ve verdiği cevaplarla sizlere aktarmaya çalıştım.

Haftaya bir başka Adalı sanatçılarımızda buluşmak üzere sanatla kalınız sanatsız yaşamayınız.

ANLAYANA !!!

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

kıbrıs reklam